2012-2013 Mezuniyet Töreni Rektör Konuşması

güncelleme: yayınlama:

Sevgili mezunlarımız,
Mezunlarımızın değerli aileleri ve yakınları,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti’nin Değerli Başkanı ve üyeleri
Aziz meslektaşlarım,
Kıymetli misafirlerimiz,

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin 2013 yılı mezuniyet törenine hepiniz hoş geldiniz.

Bugün, hem mezunlarımızın hem ailelerinin büyük emek verdikleri uzun bir sürecin son günü… Bugün bir kutlama; mutlulukları ve sevinci paylaşma günü. Böyle bir günde, kimsenin uzun konuşmalar dinlemek istemeyeceğinin bilincindeyim. Diğer yandan, birazdan mezun edeceğimiz sevgili öğrencilerimiz henüz diplomalarını almamış ve hâlâ BİLGİ öğrencisi kimliğini taşırlarken, onlara son defa bu kimlikleriyle hitap etme heyecanımı da anlayışla karşılayacağınızı düşünüyorum.

Sevgili mezunlarımız,

Bugün sizin bulunduğunuz yerde bulunduğum dönemin üzerinden tam yirmi yıl geçti. 1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduğumda, birçok dönem arkadaşım gibi, karmaşık duygular içerisindeydim. Bir yandan, Türkiye’nin seçkin bir üniversitesinden mezun olarak hayata atılmanın verdiği güven duygusunu taşırken, diğer yandan önümdeki upuzun yolun belirsizliğinin getirdiği ürkeklik içerisindeydim. Ve herhalde her arkadaşım gibi benim de beynimde kıymık gibi duran o soru vardı: “Acaba hayatta başarılı olacak mıyım?”

Aradan yirmi yıl geçti, hâlâ kendime bu soruyu soruyorum. Ne var ki sorunun kapsamı değişti. Yirmi yıl önce merak ettiğim, basite indirgeyecek olursam, yaşayacağım hayatın fiziksel ve ölçülebilir tarifiydi daha ziyade. Bugün ise önemli olanın hayatla kurduğum ilişkinin mahiyeti olduğunun; meselenin yaşamış olmaya değer bir hayat sürdürüp sürdürmemek olduğunun farkındayım. Kişisel biyografimin insanlık tarihinde zerre kadar da olsa anlamlı bir iz bırakıp bırakmayacağını merak ediyorum. Yazmış olduğum bir bilimsel makaleye bundan yüz sene sonra başka bir bilimsel makalede atıf yapılabileceğini, yani bir asır sonra, ben çoktan toprak olmuşken, hâlâ bir meslektaşıma küçücük de olsa ilham verebileceğimi düşünmek beni heyecanlandırıyor.

Bir şeyi içtenlikle paylaşacağım. Çok kişi, mesleğimdeki konumumu rektörlüğümle değerlendiriyor; bunun farkındayım. Oysa alakası yok. Hayatım boyunca, işini layıkıyla yapmaya çalışan bir öğretim üyesi olmaya gayret ettim. Rektörlük ise idarecilik… Eğer üstlendiğim bu idarecilik bilime, öğrencilerime, topluma iz bırakacak bir katkı yapıyorsa o zaman bir anlamı var. Yoksa zerre kadar değeri yok.

Diyeceksiniz ki “Bunları niye anlatıyorsun?” Bakınız, “makam” kavramının abartılarak önemsendiği; çevresine hizmet etmek için var olan görevlerin “prestij”; bu görevlerin yerine getirilmesi için tanınan yetkilerin “iktidar” olarak algılandığı; bu görevlere erişmek ya da yaklaşmak uğruna şahsiyetlerin çiğnenebildiği bir kültür içerisindeyiz. Bu kültür, bilhassa genç yaşlarda, insana etki edebilir. Bu kültürün etkisiyle hareket eden insanların tarihe iz bıraktıkları vaki değildir. Aslında, Türkiye’mizin birçok sorununun kaynağında da bu kültür vardır. Mesele bir göreve gelmek değil, o görevi, bunun derin anlamına layık biçimde yerine getirmektir. Görevleri makam ve amaç olarak görür ve hele ki bir süre sonra mahkemenin kadıya mülk olduğu zehabına kapılırsanız, şahsiyetinizi ve değerlerinizi kaybetmeniz kaçınılmazdır. Hiçbir maddi kazanım buna değmez. Zira önümüzdeki hayat yolu ne kadar belirsiz olursa olsun, ulaşacağı nihai nokta bellidir. Gerçek başarı, baki kalan şu kubbede bir hoş sada bırakabilmektir.

Sevgili mezunlarımız,

“Bilgi’de aldığınız eğitimin küreselleşen dünyada sizi ne kadar avantajlı kılacağı” yahut “dünyayı sizin müteşebbis ruhlarınızın kurtaracağı”na dair bir konuşma yapmadığımın farkındasınız. Yine de, yaşamınızın yeni bir evresine adım attığınız bu günde, sizlere bu yeni döneme çok ciddi bir donanımla girmiş olduğunuzu hatırlatmak isterim. İstanbul Bilgi Üniversitesi, bu ülkenin önde gelen, seçkin ve iyi üniversitelerinden biri. BİLGİ diplomanız, edindiğiniz eğitim, sizlere meslek hayatınızda önemli bir avantaj oluşturacak elbette. Bu eğitimi, yalnızca aldığınız dersler ya da yaptığınız ödevler olarak görmediğinizi biliyorum. Üniversite, bunların çok daha ötesine giden bir eğitim sürecidir. BİLGİ’nin özgürlükçü, paylaşımcı, toplumla iç içe geleneği ve duruşu, sizlere vermeye çalıştığımız eğitimin önemli bir boyutunu oluşturuyor. Sizleri dinlemekten başlayarak, karşımızdakini dinlemenin, anlamanın ve kendimizi onun yerine koymanın ne kadar önemli olduğunu her an hissedeceğimiz bir ortam oluşturduk. Başkasını dinlemeyi ve anlamayı bilmek; kendi doğrularımızın tek doğru olmadığını kabul etmek; kendimizi sorgulamak ve yenilemek, gerçek anlamda özgürlüğün olmazsa olmazlarıdır. Üniversitemizde bu anlamda yaratmaya çalıştığımız özgürlükçü ortam, BİLGİ’nin eğitim kalitesi kadar önemli ve sizlere hayatta rehber olması bakımından hayati bir yer tutuyor. Doğrusu ya, öğrencilerimizin bu ortamın değerlerine uygun davrandıklarını gözlemlediğim  vesilelerin çokluğu beni gururlandırıyor.

Sevgili mezunlarımız,

Tabii ki BİLGİ size kattığı kadar siz de BİLGİ’ye katacaksınız. Bir üniversitenin kimliğinin temel bileşenlerinden bir tanesi onun mezunlarıdır; mezunlarının bilime, sanata, toplumsal gelişmeye katkıları; hayattaki başarıları, çabaları, duruşlarıdır. BİLGİ, belki de her şeyden evvel, sizlerin becerisi, başarısı, sağlam duruşu ve çalışma geleneği ile anılacak. Bu nedenle, zannettiğinizden çok daha fazla, çok daha önemli biçimde, üniversitenizi hayatınız boyunca görünür biçimde omzunuzda ve göğsünüzde taşıyacaksınız. 

Şimdi de mezunlarımızın sevgili ailelerine hitap etmek istiyorum, bu gençlerin BİLGİ’de iyi bir tahsil almaları için önemli fedakârlıklar yaptınız. Bu fedakarlığın anlamını hem evlat hem baba olarak çok iyi biliyorum. Size şükranlarımızı sunarken, hem mezunlarımızın, hem BİLGİ’nin buna layık olacak bir kimlik ve duruş sergileyeceklerinden emin olduğumu söylemek istiyorum.

 Sevgili mezunlarımız,

Son olarak, sizlere cesaret diliyorum. Bilginiz, yetişme tarzınız, sizlere hayatta cesur olabilmeniz için her anlamda destek olacaktır. Zira, cesaret, bir karakter boyutu olarak, doğuştan sahip olunan değil, edinilen bir husustur. Bu konuda, ilkeleri uğruna 1914’te öldürülmüş büyük bir siyaset ve düşün adamı olan Jean Jaurès’ten alıntılar yapmak istiyorum. Bu sözlerin, sizlere bugün söylemek istediklerimi yüz yıl önce büyük bir aydınlık ve içtenlikle ifade etmiş olduğuna inanıyorum:

“Cesaret, her saatte, her dakikada göstereceğiniz cesaret, hayatın yolunuza çıkaracağı maddi ve manevi engelleri, bıkkınlık duymadan aşmaya çalışmaktır (…) Cesaret, yaptığınız işe bir bütün olarak bakmak, hem bir teknisyen hem de bir filozof olabilmektir (…) Cesaret, kendi yaşamını ve yaptıklarını iyi anlamak, yaşamını derinleştirmek, değerlendirmek, toplumun yaşamına başarıyla eklemlemektir (…) Cesaret, kendi yanlışlarının üstesinden gelebilmektir. Hatalarını kabullenmek, belki üzüntü duymak, ancak hatalarının altında ezilmemektir. Cesaret, hayatı sevmek, hayatın sona ermesine dahi sükûnetle bakabilmektir. Cesaret, ideallerini takip etmek, gerçek dünyayı anlamaktır. Cesaret, büyük hedefler için çalışmak, bunun herhangi bir ödülü ya da karşılığı olup olmayacağını bilmemek, hatta düşünmemektir.

Cesaret, gerçeği aramak, bunu da yüksek sesle dile getirebilmektir”.

Hepinize, cesaretle başladığınız bu yolda, başarılar, mutluluklar dilerim. Bugünü, bir ayrılık olarak görmeyin. Hayatta başarılarınızı bizlerle paylaşın, üniversitenizi sık sık ziyaret edin, bizimle görüşün. Bizim için elde edilebilecek en büyük ödül, sizlerin başarısı ve mutluluğudur.

Yolunuz, bahtınız açık olsun…

Prof. Dr. M. Remzi Sanver
Rektör